11 Mayıs 2015 Pazartesi

Mantar Mineral Deposu!

Mantar Mineral Deposu!

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, mantarın içerdiği vitamin ve mineraller sayesinde yaşlanmayı geciktirdiğini, beyin ve sinir sistemini alzheimer gibi hastalıklardan koruduğunu söyledi.

Mantar Mineral Deposu!
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, zehirli mantarların öldürücü olabildiğine dikkati çekerken, zehirli olmayanların çok değerli, vücut için çok faydalı bir besin maddesi olduğunu söyledi.
Mantarın, bitkisel besinler içinde en besleyicilerden biri olduğunu ifade eden Yorulmaz, ete yakın oranda ve çok değerli bir protein kaynağı olmasının yanı sıra, vücut için gerekli aminoasitlerin tümünü bulundurduğunu belirtti.
Bu yönüyle mantarın büyüme, gelişme, hastalıklardan korunma açısından önemli yararlar sağladığını anlatan Yorulmaz, yağ içeriği bakımından fakir olması nedeniyle kalorisinin düşük olduğunu ve şişmanlatmadığını, bu özelliği ile kilo vermek isteyenlerin diyetinde yer alması uygun bir besin maddesi niteliği taşıdığını kaydetti.
Vitaminler açısından da çok zengin olan mantarın B grubu vitaminleri, A vitamini, K ve özellikle zengin bir D vitamini kaynağı olduğunu belirten Yorulmaz, ''Özellikle en başta büyüme gelişme çağındaki çocuklar ve kemik erimesi açısından daha büyük risk altında olan kadınlar olmak üzere her insanda kemik ve dişlerin sağlığını sürdürme açısından, bu zengin D vitamini kaynağı çok daha büyük önem taşımaktadır'' diye konuştu.
Mantarın mineraller açısından da çok iyi bir besin olduğunu anlatan Yorulmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü;

Mantar kalsiyum, potasyum, fosfor, demir, çinko ve bakır içerir. Tüm bu özellikleri ile kansızlığı, kalp damar hastalıklarını, tansiyon yüksekliğini, inme, astım, romatizmal hastalıklara yakalanma tehlikesini, migreni, diş çürüklerini ve kemik erimesini önler ve vücudun bağışıklığını güçlendirir.
Mantar, hem vitamin hem de mineral içeriğiyle yaşlanmayı geciktirir, beyin ve sinir sistemini alzheimer gibi kronik hastalıklardan korur. Sodyum miktarının düşük olması nedeniyle tansiyon yüksekliği ve kalp damar hastalığı bulunanların da yiyebileceği, iyi bir besindir.

Hemoroid Ameliyatsız Tedavi Edilebilecek!

Hemoroid Ameliyatsız Tedavi Edilebilecek!

Halk arasında ''basur'' olarak bilinen hemoroid hastalığına ameliyatsız tedavi imkanı sunan genel cerrahi uzmanı Orçun Oral Şentürk, uyguladığı tedavi yönteminin ameliyat kadar başarılı olduğunu belirterek, ''İşlem 20 dakika sürüyor ve hasta yürüyerek taburcu oluyor'' dedi.

Hemoroid Ameliyatsız Tedavi Edilebilecek!
Çapa Özel Medilife Hastanesi Başhekimi Orçun Oral Şentürk, hemoroid hastalarının makatta kanama ve ağrı şikayetleriyle kendilerine geldiğini söyledi. Hemoroidin iç ve dış hemoroid olmak üzere ikiye ayrıldığını ifade eden Şentürk, iç hemoroidlerin 4 evreden oluştuğunu, 1 ve 2. evrede hastalarda genelde ilaç tedavisi uygulandığını, 3 ve 4. evre hastalar içinse basitten klasiğe doğru uzanan tedavi yöntemlerini uyguladıklarını kaydetti.
Bu tedaviler içerisinde en fazla uygulananların band ligasyon (lastik bant yöntemi ile bağlama), skleroterapi (iğneyle kurutma) ve lazer koagülasyon (lazerle kurutma) yöntemleri olduğunu anlatan Şentürk, bu yöntemlerin en büyük handikabının, tekrar etme oranlarının yüksek olması riski bulunduğunu vurguladı.
İlaç tedavisi önerilebilecek, ameliyat için erken vakalarda bu 3 tedavi yönteminin uygulandığını belirten Şentürk, ameliyat kararı alınabilecek hastalar da ise ultrason eşliğinde arter ligasyonu (görüntüleme eşliğinde damarların bağlanması) yönteminin tercih olarak sunulması gerektiğini söyledi.
Yöntemin hasta uyutulduktan sonra makatın içerisine ultrason cihazına bağlı bir aletin sokulmasıyla başladığını anlatan Şentürk, ''Hemoroidi besleyen her bir damar bulunuyor ve bu damarlar özel bir iplikle içeriden bağlanıyor. Bu iplikle bağlandıktan sonra birkaç güne kadar damarlar ortadan kalktıkları için hemoroidler kendi kendine küçülüyor. Bu işlem bir gölü besleyen nehir yatakları gibi düşünülebilir. Nehirleri kurutursan göl de kurur'' diye konuştu.
Şentürk, bu yöntemin son 5 yıldır Türkiye'de de uygulandığını ifade ederek, ''Ancak bu yöntemde özel bir alet kullanıldığı için Türkiye'de bu yöntemi uygulayan çok fazla hekim yok. Biz hastanemizde 2 senedir yapıyoruz. Sonuçlarımız oldukça iyi. Şu ana kadar tekrarlamayla gelen bir hastamız olmadı'' dedi.
Şentürk, ultrason eşliğinde arter ligasyon yönteminin ameliyata karşı birtakım üstünlükleri olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi: ''Ameliyatta açık teknik en son önerdiğimiz şey. Çünkü ameliyat sonrası dönem oldukça ağrılı oluyor. İş gücü kaybı fazla oluyor. Hastalar işlerinin başına 2 haftada dönebiliyor. Bölge hassas olduğu için 1 ay kadar ciddi ağrı ve kanamaları olabiliyor. Ameliyatta az da olsa makatın daralması, büyük abdest tutamama gibi birtakım komplikasyonlar olabiliyor.
Ultrason eşliğinde arter ligasyon yönteminin avantajı şu; ameliyatta olan ağrılar bunda olmuyor. Hasta yine aynı gün işine başlayabiliyor. Ameliyatta gözükebilecek komplikasyonlar bu tür işlemlerde olmuyor. Zaten hastaların ameliyattan en çok korkma sebepleri de ameliyat sonrası dönemin ağrılı olması.
Yöntem, daha basit olan band ligasyon, skleroterapi ve lazer koagülasyon yöntemlerinden daha başarılı. Tekrar etme şansı daha az. Sonuçları ameliyata yakın. Hemoroid hastası açık cerrahiden yüzde 90 fayda görüyorsa, diğer 3 yöntemden yüzde 70, bu yöntemden de yüzde 85-90 arasında fayda görüyor. Eğer ameliyata yakın bir başarı sonucu isteniyorsa hastanın 3 basit yönteme alternatif olarak bu yöntemi seçmesi gerekir.''
Şentürk, 45 dakika süren açık cerrahi işlemine karşın ultrason eşliğinde arter ligasyon yönteminin 20 dakika sürdüğünü belirterek, ''Hasta yürüyerek taburcu oluyor ve aynı gün işinin başına dönebiliyor. Uygulamanın en önemli özelliği tedavi sonrasında herhangi bir ağrı ve sızının olmayışı'' dedi.

1 Damla Kan Bebeğinizin Hayatını Kurtarabilir!

1 Damla Kan Bebeğinizin Hayatını Kurtarabilir!

Sağlık Bakanlığı'nın yenidoğan tarama programı ile geçen yıl 6 bine yakın bebekte zihinsel ve bedensel gelişimi engelleyen hastalık tespit edildi.

1 Damla Kan Bebeğinizin Hayatını Kurtarabilir!
Sağlık Bakanlığı'nın yenidoğan bebeklere yönelik Ulusal Tarama Programı kapsamında, bebeklerde erken fark edilmemesi halinde ileride tedavisi mümkün olmayan bedensel ve zihinsel gelişim bozukluğuna neden olan fenilketonüri, doğumsal hipotiroidi ve biyotinidaz eksikliği taramaları yapılıyor.
Yeni doğan bebeklerin topuklarından alınan kanlar, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı (RSHM) laboratuvarında test ediliyor.
Yenidoğan Tarama Programı sorumlusu Dr. Gülsüm Apak Özdemir, söz konusu testlerin ücretsiz yapıldığını vurgulayarak, ailelere, ''Bebeğinizin doğumu üzerinden 8 gün geçtiği halde topuktan kan alma testi yapılmamışsa, lütfen bölgenizdeki en yakın sağlık kuruluşuna başvurarak bebeğinizden kan alınmasını sağlayın'' uyarısında bulundu.
Apak'ın verdiği bilgiye göre, geçen yıl ülke genelinde taraması yapılan toplam 1 milyon 300 bin yeni doğan bebekten 314'ü biyotinidaz, bin 70'i fenilketonüri, 4 bin 300'ü de doğumsal hipotiroidi açısından şüpheli pozitif çıktı. Bu bebekler daha ileri tanı ve uygun tedaviye başlanması için ilgili merkezlere yönlendirildi.
Özdemir, Ulusal Tarama Programı ile ilgili bilgi verirken önemli uyarılar dile getirdi.
Doğumun üzerinden 48 saat geçtikten sonra, 3-5. günlerde bebeğin topuğundan kan alınmasının, testin sağlıklı sonuç vermesi açısından ideal olduğunu anlatan Özdemir, ilk 24 saat içinde alınan kanın yanlış sonuç verebileceğine dikkati çekti.
Test sonucunun normal çıkması halinde ailelere herhangi bir bildirimde bulunulmadığını ifade eden Özdemir, ''Yani, aileler bir haber almazsa endişe etmesinler. Bu, kan örneğinde hiçbir bozukluk saptanmamış demektir'' dedi.
Bazen alınan kan miktarının yetmemesi, bazen de sonucun yeterince anlaşılır olmaması nedeniyle topuktan ikinci kez kan alınmasının gerekebileceğini belirten Özdemir, ''Bu durumda vakit kaybetmeden, en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekir. İkinci kan tahlilinde sonucun normal olması durumunda, yine ailelere haber verilmez'' diye konuştu.
Özdemir, bebeklerinden kan alınan ailelerin, adres ve telefon numarası gibi iletişim bilgilerinin doğru ve tam alındığından emin olmaları uyarısını da dile getirdi.

Çikolata Kistleri Hiç Masum Değil!

Çikolata Kistleri Hiç Masum Değil!

Kısırlık sorunu olan kadınların yüzde 15'inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerinde yüzde 40'ında rastlanan çikolata kistinin (endometriyozis) başlangıçta belirti vermediğini, şiddetli adet sancısının önemli belirtileri arasında geldiği belirtiliyor.

Çikolata Kistleri Hiç Masum Değil!
Uzmanlar, ailesinde birinci derece akrabalarından birinde çikolata kisti bulunan kadınların da bu hastalığın görülme olasılığının yaklaşık 7 kat daha fazla olduğunu belirterek, "Bu kişiler daha dikkatli olmalı, düzenli muayene olmalıdır " dediler.
Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Altuğ Semiz, başlangıç döneminde vakaların yüzde 50’sinden fazlasının belirti vermediğini, ancak bunun ağrılı adet görme, ağrılı cinsel ilişki, kronik karın ve kasık ağrısı ile kısırlığa sebep olabilen önemli bir sorun olduğunu söyledi.
Semiz "Rahim içinde bulunan, her ay gebeliğe ev sahipliği yapacak şekilde hazırlanan ve gebelik olmadığı zaman yeterli hormon desteğinden yoksun kalması nedeniyle adet kanaması halinde dökülen özel hücre tabakasına ‘endometrium’ adı verilir. Endometrioma ise yumurtalık dokusu içinde eski kanın birikmesiyle oluşur ve bu kistin içinde bulunan sıvı görünüm olarak çikolatayı andırır.
En sık görüldüğü yerin yüzde 75 oranında yumurtalıklar olduğunu anımsatan Semiz, çikolata kistinin üreme çağındaki kadınların hastalığı olduğunu anlattı. Tüm kadınların yüzde 3-5’inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerin yüzde 40'ında ortaya çıktığını anımsatan Semiz, şöyle devam etti;

Çikolata kisti çok nadir olarak menopozdaki kadınlarda ve çok genç hastalarda görülmektedir. Hangi faktörlerin çikolata kistine neden olduğu bilinmemektedir. İki nedene bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. İlki genetik yatkınlığı bulunan kadınlarda, karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliğe uğraması ve rahim iç tabakası gibi davranmasıdır. İkincisi ise rahim iç tabakasının fallop tüplerinden karın içine taşınmasıyla oluşur ki bu teoriye ‘retrograd menstruasyon teorisi’ denir. Olabilmesi daha mümkün ve mantıklı olan teoridir.

Kulak Sağlığınızı Korumak İçin Kulaklarınızı Temizlemeyin!

Kulak Sağlığınızı Korumak İçin Kulaklarınızı Temizlemeyin!

Pek çoğumuz özellikle yıkandıktan sonra kulaklarını çeşitli yöntemlerle temizlemeye çalışıyor. Oysa kulak temizlemek için uygulanan bu yöntemler kulak için yarar sağlamaktan çok zarar veriyor.

Kulak Sağlığınızı Korumak İçin Kulaklarınızı Temizlemeyin!
KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Hakan Yenice kulak kiri ve temizleme yöntemlerinin zararları hakkındaki en önemli soruları yanıtladı!
Buşon (Kulak kiri veya kulak tıkacı) Nedir?                                                                
Buşon gerçek anlamda kir değildir. Kulak kanalı derisinde salgıyı yapan özel bezler vardır. Kulak kiri olarak isimlendirilen, ancak gerçekte vücudun doğal ürünü olan bu yağlı salgının görevi toz ve diğer parçacıkları tutarak bunların kulak zarına ulaşmalarına engel olmaktır. Normalde kulak kanalında az miktarda birikir ve tuttuğu toz parçacıkları ile birlikte zaman zaman kendiliğinden dışarı atılır.
Kulak Nasıl Temizlenmeli?                                                                                            
Kulaklarınızı hiç bir zaman temizlememelisiniz. Dış kulak yolunun en derin kısmında kulak zarı bulunur. Kulağı temizlemek için sokulacak herhangi bir cisim kulak salgısını zara doğru itebileceği gibi kulak zarına da zarar verebilir. Ucu pamuklu kulak temizleme çubuğu kullanan kişiler, pamuğun ucuna sıvanan salgıyı görünce temizlediklerini düşünürler ancak salgının çoğunu zara doğru itmektedirler.
Buşon Neden Birikir?
  • Kulak salgısı normalde dışarı atılmasına rağmen bazı durumlarda kulakta birikerek tıkanıklığa yol açar.                                                                                                                           
  • Tozlu ve kirli ortamlarda çalışma
  • Dış kulak yolunda darlık nedeniyle buşonun dışarı atılamaması
  • Denize girme veya banyo sırasında dış kulak yolundaki az miktardaki salgının şişmesi
Kulak Tıkandığında Ne Yapılmalı?
Öncelikle bir KBB uzmanının muayenesi ile tıkanıklığın gerçekten buşona bağlı olup olmadığı belirlenmelidir. Buşon saptandıktan sonra yapılacak tek şey buşonu çıkarmaktır. Bunun için en çok 3 yöntem kullanılır;
  • Küret ile temizleme
  • Aspiratör ile vakumlama
  • Su ile yıkama
Bu yöntemlerin hangisinin kullanılacağı, dış kulak yolunun ve buşonun durumuna göre KBB uzmanı tarafından seçilir. Su ile yıkamanın tek dezavantajı kulak zarının delik olduğu durumlarda orta kulağa zarar vermesi ve dış kulak iltihaplarında da uygulanmasının sakıncalı olmasıdır.
Buşon temizlenmesi periyodik olarak yapılan bir işlem değildir. Ne zaman kulak tıkanıklığı yapacak duruma gelirse o zaman temizlenir.
Bir kere yıkanan (temizlenen) kulağın hep yıkanması gerekir mi?
Bu tamamen yanlış bir inanıştır. Kulakları yıkatmanın alışkanlıkla ilgisi yoktur. Bazı kimselerde kulak yolunda daha çabuk buşon birikir.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Vücudunuzdaki Benlere Dikkatli Bakın!

Vücudunuzdaki Benlere Dikkatli Bakın!

Bulunduğumuz yaz mevsiminde güneşin zararlı etkilerinden mutlaka korunmalıyız. Güneşin zararlı ışınları sonucu cilt kanseri gelişebilmektedir ve ne yazık ki cilt kanserleri görülme sıklığı gittikçe artmaktadır.

Vücudunuzdaki Benlere Dikkatli Bakın!
KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif cerrahi uzmanı Op. Dr. Gülden Avcı benler hakkında bilinmesi gereken en önmeli bilgileri derledi!
Cilt kanserinin en sık görülen 3 tipinden biri olan “malign melanom” genellikle benlerden gelişir. Ve bu tip cilt kanseri en kötü prognoza (gidişe) sahiptir. Bu nedenledir ki benler(nevüs) önem arz etmektedir.
Benler açık kahverenginden siyaha kadar değişebilen renklerde olabilirler. Doğuştan olabildikleri gibi sonradan kazanılmışta olan benler aslında melanosit denen renk hücrelerinden oluşurlar. Büyüklükleri çok değişken olabilmektedir. Dev boyutta olduklarında tüm bacağı, kolu, vücudun büyük bir kısmını kaplayabilmektedirler. Yüzeyleri düz olabildiği gibi kabarıkta olabilmektedir.  Kimi zaman üzerlerinde kılda olur.
Benlerin kanserleşme olasılığı nedeniyle takibi önemlidir. Benlere alınan çarpma, vurma gibi darbeler bendeki hücreleri yorar ve kanserleşmeye eğilimi arttırır. Bu nedenledir ki özellikle çocuklukta doğuştan olan benlerin üzerinde sık yara açılması, örneğin diz bölgesinde var olan ve çocuğun düşmeleri sonrası bende açılan yaralar, benin kanserleşme olasılığını artıracaktır.  Doğuştan var olan benlerin kanserleşme riski normalden biraz daha fazladır.
Anne - babaların bu konuda dikkatli olmaları çocuğu mutlaka güneşten korumaları ve benin olduğu bölgenin darbelerden olabildiğince sakınılması gereklidir. Riski yüksek benlerde, benlerin alınması en doğru seçim olacaktır.
Sonradan kazanılan benlerin en büyük sebebi ise güneş ışığıdır. Güneş yanıkları sonrası ve tekrarlayan güneş ışığına maruz kalmalar sonrası benler oluşur. Ve yine güneş yanıklarına bağlı olarak bu benler kanserleşir. Her güneş yanığı tehlikeyi arttırır. Özellikle çocukluk dönemindeki güneş yanıkları bu açıdan en risklidir. Hem ben sayısının artmasını engellemek hem de kanserleşme olasılığını azaltmak için güneşten korunmak çok önemlidir.
Burada güneşten korunmada ne yazık ki  gün için yapılan en büyük yanlışlardan biri güneş koruyucu kremlerin sürülerek güneş ışınlarının en dik olduğu saatlerde güneş ışığı altında kalmaktır. Ancak güneş koruyucu kremlerin korumaları ile ilgili bilgiler şu an için ne yazık ki yeterli değildir. O nedenle güneş koruyucu kremlerin kullanılması yanında güneş ışınlarının dik olduğu saatlerde güneşe çıkılmaması ve güneş ışınlarını geçirmeyen kıyafetlerle güneş korunmasına destek olunması gerekmektedir. Güneş koruyucu krem sürülerek saatlerce güneş altında kalınması bir paradoks yaratmaktadır.
Benin çapı arttıkça kanserleşme riski artar. Benlerde son zamanlarda oluşan kızarıklık, üzerinde yara açılması, kepeklenme, renginde değişiklik, etrafa doğru büyüme, kenarlarında düzensizlik, asimetri oluşması, kabarıklaşma gibi belirtiler kanserleşme açısından kötü bulgulardır.
Bu tür belirtilerde kişi hemen doktora başvurmalıdır.
Şüpheli olan benlerin alınması tek tedavi yoludur. Ancak halk arasında benler alındığında kanserleşir gibi yanlış bir kanı bulunmakta. Ne yazık ki bu tam tersi eğer kanserleşmiş bir ben alınmazsa hayati tehlike içerir. Benler alınıp patolojik tetkike gönderildiğinde kesin olarak kanserleşip kanserleşmediği tanısı konur.

Bu Bakteri DNA'ya Zarar Veriyor!

Bu Bakteri DNA'ya Zarar Veriyor!

Yaygın olarak görülen helikobakter pilori'nin DNA'ya zarar vererek mide kanserine yol açtığı tespit edildi.

Bu Bakteri DNA'ya Zarar Veriyor!
Zürich Üniversitesi Moleküler Kanser Araştırmaları Enstitüsünden Anne Müller ve Massimo Lopes tarafından yürütülen, sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada, helikobakter pilori'nin, yerleştiği hücrenin DNA'sında çift zincirli kırılmalara neden olduğu görüldü.
Kırılmalar sonucu hücrenin genetik materyalinin hasar gördüğü, dokuda mutasyona neden olduğu, kontrolsüz hücre çoğalması sonucu mide kanseri oluştuğu tespit edildi. Bilim adamları, helikobakter pilori enfeksiyonunun şiddeti ve süresinin, süreçte önemli rol oynadığını, enfeksiyonun kısa sürede antibiyotikle tedavi edilmesi halinde, çift zincir kırılmalarının vücudun doğal mekanizması içerisinde onarıldığını bildirdi.
Ancak uzun süreli enfeksiyonda ortaya çıkan hasarın tamir edilemez olduğunu ifade eden bilim adamları, enfeksiyonun uzun sürmesi halinde çok daha fazla sayıda çift zincir kırılması oluştuğunu, insan vücudunun ya bunları yarım yamalak onarabildiğini ya da hiç tamir edemediğini belirtti.
Araştırmayla helikobakter pilori ile mide kanseri arasındaki bağın bilimsel olarak ispatlandığını kaydeden bilim adamları, aynı zamanda sonucun, bu bakterinin yol açtığı enfeksiyonun tedavi edilmesinin ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini bildirdi. Bilim adamları ayrıca, sonuçların mide kanseri teşhis ve tedavisinde rol oynayabileceğini ifade etti.